1 Nisan 2019 Pazartesi
SAFRANBOLU SAAT KULESİ
Safranbolu'nun beni her zaman çağıran kentlerden biri olmasının nedeni, mimarisinin kendine has olmasından dolayı diye düşünüyorum.
Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'a yakınlığı ve saray ile kurulan bağlar, 17. yüzyıldan itibaren kente çeşitli yatırımlar yapılmasını, bugüne uzanan sosyo-kültürel gelişmişliğin etkisi ve özgünlüğü ile, 20. yüzyıldan itibaren dünya çapında turizm sektörü merkezi olmasını ve Dünya Kültür Mirası kapsamına alınmasını sağlamış.
Safranbolu’ya varıp, Saat Kulesinin yolunu öğrenmek için girdiğim turizm bürosunda, Asya ve Avrupa şehirlerinden gelen öğrencilerin de saat kulesini görmek istemeleri ayrıca gururlanmama vesile oldu
. Önceden Hükümet konağı olan, bugünün Şehir Müzesi’ni gezdikten sonra, aynı bahçede yer alan 12 metre yükseklikteki saat kulesi; kale mevkinde, her taraftan görülebilecek konumda. Şehre bakan yüzünde yuvarlak kadranlı bir saat yer almakta. Osmanlı İmparatorluğunda Anadolu'da yaptırılmış ilk Saat Kulesinin Safranbolu'da İstanbul'dakinin de Tophane'deki Nusretiye Saat Kulesi (1848-1849) olduğunu I. yazı dizisinde bahsetmiştim. O günkü adıyla Taraklıborlu günümüzde Safranbolu Saat Kulesi, Sultan III. Selim döneminde Sadrazamlık yapan, Safranbolulu İzzet Paşa tarafından bir vakıf eseri olarak inşa ettirilmiş.
İzzet Paşa'nın 1796 tarihli vakfiyesinde "Zağferanborlu kasabasında" bir saat kulesi yaptırdığı, yeni bir saat satın alındığı, ayar ve bakımları ile ilgili saatçilikten anlayan birinin görevlendirilmesi yazılıdır.
Saat Köşküne, 7 parçalı Z şeklindeki 42 basamaklı ahşap merdivenler ile yol aldığımda, İsmail Ulukaya ile tanıştım; saatin iç aksamının bulunduğu yerde bulunan tahta sedirlere oturup, etrafında dikdörtgen pencereleri bulunan saat kulesinin içini incelerken, bir taraftan da Ulukaya’nın anlatılarını dinliyordum. Haftada bir kurulan saat, zembereksiz olup, çapı 1.20 metre, saati çalıştıran ağırlık 68 kg. çanı çalıştıran ağırlık 109 kg. imiş. GeoSıtar markalı saatin çanı 1717 tarihli, saatin ise George Prior olduğunu öğreniyorum. Saat mekanizmasını ve yarım saatte bir, üç kilometrelik alana yayılarak kentin her tarafından işitilen çanın üzerinde "London" ibaresini görüyor ve şansımıza sesini de kulenin içinde bizzat çalıştırarak duyuruyoruz.
Bakımı ile de ilgilenen Sayın Ulukaya, bir misyon üstlenmiş ve bunu da başarıyla sürdüren özel insanlardan biri.
Saat kulesi 1992'de İl Özel idaresi ve Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Safranbolu Meslek Yüksek Okulu tarafından restore edilmiş. Safranbolu saat kulesinin anısına bir sempozyum da düzenlenmiş. İki yüzyıldır her saat başı Safranbolululara geçip giden zamanı hatırlatmaktadır. Yapılan araştırmalarda Anadolu'da 25'i tamamen yok olmuş, varlığı ve aktifliği süregelen 60 saat kulesi olduğu belirlenmiş. Bir taraftan ödenek çıkarılamadığı için her geçen gün yok olmaya bırakılan 116 yıllık Elazığ/Maden saat kulesinin trajik öyküsü, diğer tarafta adına hatıra para da basılan Balıkesir saat kulesi.
Çelişkiler, gelgitler yüzyıllardır zihnimizi meşgul ederken, geçmiş tarihten de sorumlu olduğumuzu unutmadan, bu tanıklıkları korumak; beton yerine eskilerin bilgisine, geçiciliğin yerine, olağanüstü ustalıklarına ulaşmak gerekir. Popüler olanın dışında, beğeninin makbul görmediği günümüzde A.Kutsi Tecer'in şiirinin bir bölümüyle, yazımı noktalıyorum.
Orda bir ses var, uzakta / O ses bizim sesimizdir / Duymasak da, tınmasak da / O ses bizim sesimizdir.
Burçin Midilli
EDİRNE SAAT KULESİ
Günübirlik Edirne gezisine çıkmadan önce, "şehirde saat kulesi varmı" diye araştırdım ve mevkisini öğrenip, notlarımı da alarak yola koyuldum.
Şehirdeki gezim sırasında tanıştığım bir sanat tarihçisinden Edirne'nin, Roma döneminde ordugah amaçlı kurulan, etrafı surlarla çevrili bir Castrum yani kale şehri olduğunu öğreniyorum.
Saat kulesini görmek umudu ile Üç Şerefeli Cami'den çıkıp yolun tam karşısına doğru yürüdüğümde, etrafı çöp atıkları ve otopark olarak kullanılan bir kalıntı ile karşılaştım.
Bu yapı Roma İmparatoru Hadrianusun, (117-138) yaptırdığı Edirne Kalesi'nin dört büyük burcundan Makedonya Kules imiş; 19. yüzyıl sonlarına kadar varlığını sürdüren kule ve burçlardan kalan tek burç olduğunu, Bizans devrinde de tamir görmüş bu burçlardan iki tanesi üzerinde birer Bizans kitabesi'nin, kitabelerden birinin Edirne Müzesinde, ikincisinin ise bu gördüğüm burcun üzerinde yer aldığını öğreniyorum.
Edirne'ye dair 1889-1901 yılları arasında yaşamış Ahmet Badi Efendi'nin sadece el yazması olarak kalan üç ciltlik kitabından öğrenildiğine göre, kulenin son Bizans dönemine ait ve üzerinde "Tanrım, dindar ve İsa dostu hükümdarımız Ioannes'e yardımcı ol" yazılı tuğla kitabe bulunmakta imiş. dökülen sıvaların altından bir kaç harfine ait kalıntılar, bilen gözler tarafından zorlukla seçilebilmekte.
Osmanlı döneminde ise bir süre cephanelik, daha sonrasında da Askeri okul olarak kullanılmış. 1866-1870 yıllarından itibaren Vali Hurşit Mehmet Paşa tarafından şehir içerisinde hastane, hükümet binası,kışla ve okul yapılması için taşlarından yararlanılmış ve bu nedenle kale yıkılmış.
Edirne valisi Erzincan'lı Hacı İzzet Paşa tarafından 1886 yılında tek kalan kalenin burcu üzerine ahşap olarak, saatkulesi inşa ettirilmiş. Burcun tepesine demir parmaklık ve üstünde yukarı doğru küçülen ahşap ve pencereli dört kat bulunmakta imiş. Her birinin etrafında demir parmaklıkları olan bu katlar, sekiz köşeli ve her yüzünde birer saat bulunan dört cepheli bir köşk varmış.
Hani çocukken masal anlatırdı büyüklerimiz, heyecanla dinler dimağımızda canlandırmaya çalışırdık. Bu saat kulesinin hikayesi bende aynı etkiyi oluşturdu. Orijinalinin fotoğraflarını sonradan gördüğüm bu saat kulesi, şimdiler de bizlere utanın der gibi... Saat kulesinin ahşap katları, 1894 yılında tamamen yıktırılarak, kagir, tuğladan üç kat olarak inşa ettirilmiş, süslenerek Neoklasik bir tarzda tekrar yapılmış. Tepedeki köşkün cephelerine de Fransa'dan getirtilen saatler takılmış.
Anlatılar; Roma devri burcu üzerine inşa edilen kule, Osmanlı şehirlerinde yapılan birbirinden değişik saat kuleleri içinde, mimarî bakımından Aynı zamanda yangın kulesi olarak da düşünülmüş olan kule, eski bir kartpostalda da bu şekilde geçmektedir.
Depremde çatladığı öne sürülerek 1953'te "yıkılma tehlikesi ve aynı zamanda şehrin silüetini bozduğunu" öne sürenlerin de gerekçesi ile dönemin Belediye Başkanı tarafından karar verilip, üst iki katı dinamitlenerek yıkılmış. Tarihi değeri ve önemi çok büyük olan saat kulesinin tamir ve restorasyonu için çalışmaların yapıldığı söylense de; ne murada erilmiş ne de kerevetine çıkılmış.
Burçin Midilli
Günübirlik Edirne gezisine çıkmadan önce, "şehirde saat kulesi varmı" diye araştırdım ve mevkisini öğrenip, notlarımı da alarak yola koyuldum.
Şehirdeki gezim sırasında tanıştığım bir sanat tarihçisinden Edirne'nin, Roma döneminde ordugah amaçlı kurulan, etrafı surlarla çevrili bir Castrum yani kale şehri olduğunu öğreniyorum.
Saat kulesini görmek umudu ile Üç Şerefeli Cami'den çıkıp yolun tam karşısına doğru yürüdüğümde, etrafı çöp atıkları ve otopark olarak kullanılan bir kalıntı ile karşılaştım.
Bu yapı Roma İmparatoru Hadrianusun, (117-138) yaptırdığı Edirne Kalesi'nin dört büyük burcundan Makedonya Kules imiş; 19. yüzyıl sonlarına kadar varlığını sürdüren kule ve burçlardan kalan tek burç olduğunu, Bizans devrinde de tamir görmüş bu burçlardan iki tanesi üzerinde birer Bizans kitabesi'nin, kitabelerden birinin Edirne Müzesinde, ikincisinin ise bu gördüğüm burcun üzerinde yer aldığını öğreniyorum.
Edirne'ye dair 1889-1901 yılları arasında yaşamış Ahmet Badi Efendi'nin sadece el yazması olarak kalan üç ciltlik kitabından öğrenildiğine göre, kulenin son Bizans dönemine ait ve üzerinde "Tanrım, dindar ve İsa dostu hükümdarımız Ioannes'e yardımcı ol" yazılı tuğla kitabe bulunmakta imiş. dökülen sıvaların altından bir kaç harfine ait kalıntılar, bilen gözler tarafından zorlukla seçilebilmekte.
Osmanlı döneminde ise bir süre cephanelik, daha sonrasında da Askeri okul olarak kullanılmış. 1866-1870 yıllarından itibaren Vali Hurşit Mehmet Paşa tarafından şehir içerisinde hastane, hükümet binası,kışla ve okul yapılması için taşlarından yararlanılmış ve bu nedenle kale yıkılmış.
Edirne valisi Erzincan'lı Hacı İzzet Paşa tarafından 1886 yılında tek kalan kalenin burcu üzerine ahşap olarak, saatkulesi inşa ettirilmiş. Burcun tepesine demir parmaklık ve üstünde yukarı doğru küçülen ahşap ve pencereli dört kat bulunmakta imiş. Her birinin etrafında demir parmaklıkları olan bu katlar, sekiz köşeli ve her yüzünde birer saat bulunan dört cepheli bir köşk varmış.
Hani çocukken masal anlatırdı büyüklerimiz, heyecanla dinler dimağımızda canlandırmaya çalışırdık. Bu saat kulesinin hikayesi bende aynı etkiyi oluşturdu. Orijinalinin fotoğraflarını sonradan gördüğüm bu saat kulesi, şimdiler de bizlere utanın der gibi... Saat kulesinin ahşap katları, 1894 yılında tamamen yıktırılarak, kagir, tuğladan üç kat olarak inşa ettirilmiş, süslenerek Neoklasik bir tarzda tekrar yapılmış. Tepedeki köşkün cephelerine de Fransa'dan getirtilen saatler takılmış.
Anlatılar; Roma devri burcu üzerine inşa edilen kule, Osmanlı şehirlerinde yapılan birbirinden değişik saat kuleleri içinde, mimarî bakımından Aynı zamanda yangın kulesi olarak da düşünülmüş olan kule, eski bir kartpostalda da bu şekilde geçmektedir.
Depremde çatladığı öne sürülerek 1953'te "yıkılma tehlikesi ve aynı zamanda şehrin silüetini bozduğunu" öne sürenlerin de gerekçesi ile dönemin Belediye Başkanı tarafından karar verilip, üst iki katı dinamitlenerek yıkılmış. Tarihi değeri ve önemi çok büyük olan saat kulesinin tamir ve restorasyonu için çalışmaların yapıldığı söylense de; ne murada erilmiş ne de kerevetine çıkılmış.
Burçin Midilli
SAAT KULELERİ II
Kültür mirasımız olan Saat Kuleleri'nin hikayelerine geçmeden önce, dilimizde sıkça kullandığımız kültür teriminin, Türk Dil Kurumu'nun sözlük tanımına baktığımda;bu terimin (ekin,eski dilde hars) "Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü" olarak tanımlanmakta.
Bu araçlara dahil olan saat kulelerinin geçmişleri ve gelecekleri, olmuş ya da olabileceklerinin düşünülmesi umudu ile, kısa seyahatlerim sırasında yerinde gördüğüm saat kulelerini sizlerle paylaşmak istedim. Saat Kuleleri, bulundukları şehrin her yerinden görülebilecek şekilde, en yüksek tepesinde ya da meydanlarında inşa edilmiş, bazıları da bir önceki kültürün izlerini taşıyan tarihi yapıların üzerinde yer almakta. Zamanı bildirmenin dışında, yangın ve gözetleme kulesi olarak da faydalanılmış olan saat kulelerinin bir kısmı, su sebilleri ve muvakkithaneler gibi, yan hizmetler için de kullanılmışlar. Bunun yanısıra rüzgar gülleri ve barometreler sayesinde halkın hava durumu hakkında bilgi alması da sağlanmıştır. Günümüzde birçok meydan anıtı gibi, buluşmaların yapıldığı saat kuleleri, eski kartpostallarda nostalji, şimdinin dijital çağında makinalarımızın içine hapsolmuş resimler olarak kalan sosyalleşme alanlarıdır da.
Bu araçlara dahil olan saat kulelerinin geçmişleri ve gelecekleri, olmuş ya da olabileceklerinin düşünülmesi umudu ile, kısa seyahatlerim sırasında yerinde gördüğüm saat kulelerini sizlerle paylaşmak istedim. Saat Kuleleri, bulundukları şehrin her yerinden görülebilecek şekilde, en yüksek tepesinde ya da meydanlarında inşa edilmiş, bazıları da bir önceki kültürün izlerini taşıyan tarihi yapıların üzerinde yer almakta. Zamanı bildirmenin dışında, yangın ve gözetleme kulesi olarak da faydalanılmış olan saat kulelerinin bir kısmı, su sebilleri ve muvakkithaneler gibi, yan hizmetler için de kullanılmışlar. Bunun yanısıra rüzgar gülleri ve barometreler sayesinde halkın hava durumu hakkında bilgi alması da sağlanmıştır. Günümüzde birçok meydan anıtı gibi, buluşmaların yapıldığı saat kuleleri, eski kartpostallarda nostalji, şimdinin dijital çağında makinalarımızın içine hapsolmuş resimler olarak kalan sosyalleşme alanlarıdır da.
İZMİR SAAT KULESİ
Konak Meydanı’nın yapılan şehir düzenlemelerinden dolayı, birçok kere siması değişmiş olsa da, saat kulesinin olagelen yıpranmalara ve hasarlara rağmen, bütünlüğünü ve ihtişamını koruyan, sayılı şehir anıtlarından biri olduğunu düşünüyorum.
Bir Ağustos ayının sıcağında, serin olur düşüncesi ile girdiğim alış-veriş merkezinin keşmekeşinden kaçıp, gölgesine sığındığımda, tanıştım bu oryantalist yapı ile. Serinlemek için çeşmelerinde yüzümü yıkadım, notlarıma dâhil ettim, birlikte fotoğraf karesinde yerimizi aldık. Şimdi ise, sayfalar dolusu tarihi ile ilgili bilgilerden, süzgecime takılanları sizlerle paylaşmak istiyorum.
1839'dan sonra Tanzimat'ın getirdiği yeniliklerden biri de, devlet işlerinin hükümet konağından yürütülmesi olmuş ve böylece, konak meydanları önem kazanmış, zaman içinde çağdaşlaşma göstergesi olarak insanların yoğun olduğu bu alanlara saat kulesi inşa edilmiş.
Dönemin şairlerinden Fânî Efendi, bu girişimi "Öyle bir eser ki misl-i naziri yok, zahiren saat çalar, manen hükümet seslenir" dizeleri ile ne güzel anlatmış.
1901 yılında II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yılında valilere gönderdiği emirle, dönemin İzmir valisi eski sadrazamlardan, Kıbrıslı Kamil Paşa’nın oğlu Said Paşa tarafından inşa ettirilmiş. Kulenin mimarının S. Raymond olduğunu öğreniyorum.
Sekizgen şeklinde, 25 metre yüksekliğinde ve dört ayrı bölümle yükselmekte. 1901 tarihli Ahenk Gazetesi'nin verdiği bilgiye göre "saat kuleli çeşme"nin geceleri her yönden görülebilmesi için, tepesine hava karardığında yakılacak bir fener konulması planlanmış ama gerçekleşememiş. Sonraları bu düşünce; özel günlerde tamamının aydınlatılması şeklinde düşünülmüş.
Her katında ve balkonlarında, aydınlatma amacı ile kullanılacak fenerler için, gerekli olan gaz borularının takılıp çıkarılması, bembeyaz mermerlere zarar vereceğinden; fenerlere gaz götüren sabit borular döşenmesine, güneşin olumsuz etkilerinden ve mermerleri de lekelerden korumak amacıyla, bu sabit boruların ateşle yaldızlanarak hazırlanması planlansa da gerçekleştirilememiş, 1985 yılında tekrar gündeme getirilmiş. Ayrıca Kule’nin beyazamermerle kaplı tabanının aşınmaması için, her basamağın ayak basma uçlarına, bakırdan levhalar konulmuş.
Kulenin ve zemininde yer alan dört adet şadırvanın metal kubbelerinin üzerleri altın varakla kaplanmış. Kule’nin ikinci bölümündeki balkon sütunların yirmisi yeşil, yirmisi pembe olmak üzere kırk sütun, Marsilya’dan getirilmiş. Üçüncü bölümünde, Doğu ve Batı yönlerinde birer Osmanlı arması, Kuzey-Güney yönlerinde ise II. Abdülhamit’in tuğraları, kabartma olarak yapılmış.
Cumhuriyet kurulduktan sonra 3.11.1928 tarihinde kabul edilen 1057 numaralı “Tuğra ve Methiyelerin Kaldırılmasıyla İlgili Kanun” ile İzmir Saat Kulesi’nin üzerinde bulunan tuğra ve armalar kaldırılmış. Bunların yerine dört adet ay yıldız kabartması yerleştirilmiş. Kule saatinin bulunduğu ana mekanik bölümü ise, özel yapılmış demir köşebentler ve döküm ayaklar üzerine oturtulmuş olup, kasa demirinin üzerinde kabartma süslemeler ve hakkında bir bilgi elde edinilemeyen D.O. işareti mevcut.
Yirmi iki dişli çarkın oluşturduğu mekanizmanın pirinç yatakları, 90 yıl geçmesine rağmen çok az aşınmış, parçalar üzerinde kod numaraları ve bazılarında 1901 tarihi olduğunu öğreniyorum. Kulenin dördüncü bölümün cephelerinde, Alman İmparatoru II. Wilhem tarafından hediye edilmiş birer saat ve ucunda alem'in bulunduğu kubbe ile saatin hali hazırda çalışmayan çanının mekanizması yer almakta. Yapının inşası sırasında 1902’de, saat kulesi ile aynı özellikleri taşıyan maketi, İstanbul’daki Kuyumcu Zingulli Ustaya yaptırılmış olup, halen Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir. 90 cm. yüksekliğindeki som gümüşten yapılmış olan bu maket, değerli taşlar ve altın yaldızla süslenmiş. Maketin üzerinde Fransızca kulenin mimarının İzmirli S. Raymond olduğu yazmaktadır.
Burçin Midilli
Collection Club dergisi sayı 59
Kültür mirasımız olan Saat Kuleleri'nin hikayelerine geçmeden önce, dilimizde sıkça kullandığımız kültür teriminin, Türk Dil Kurumu'nun sözlük tanımına baktığımda;bu terimin (ekin,eski dilde hars) "Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü" olarak tanımlanmakta.
Bu araçlara dahil olan saat kulelerinin geçmişleri ve gelecekleri, olmuş ya da olabileceklerinin düşünülmesi umudu ile, kısa seyahatlerim sırasında yerinde gördüğüm saat kulelerini sizlerle paylaşmak istedim. Saat Kuleleri, bulundukları şehrin her yerinden görülebilecek şekilde, en yüksek tepesinde ya da meydanlarında inşa edilmiş, bazıları da bir önceki kültürün izlerini taşıyan tarihi yapıların üzerinde yer almakta. Zamanı bildirmenin dışında, yangın ve gözetleme kulesi olarak da faydalanılmış olan saat kulelerinin bir kısmı, su sebilleri ve muvakkithaneler gibi, yan hizmetler için de kullanılmışlar. Bunun yanısıra rüzgar gülleri ve barometreler sayesinde halkın hava durumu hakkında bilgi alması da sağlanmıştır. Günümüzde birçok meydan anıtı gibi, buluşmaların yapıldığı saat kuleleri, eski kartpostallarda nostalji, şimdinin dijital çağında makinalarımızın içine hapsolmuş resimler olarak kalan sosyalleşme alanlarıdır da.
Bu araçlara dahil olan saat kulelerinin geçmişleri ve gelecekleri, olmuş ya da olabileceklerinin düşünülmesi umudu ile, kısa seyahatlerim sırasında yerinde gördüğüm saat kulelerini sizlerle paylaşmak istedim. Saat Kuleleri, bulundukları şehrin her yerinden görülebilecek şekilde, en yüksek tepesinde ya da meydanlarında inşa edilmiş, bazıları da bir önceki kültürün izlerini taşıyan tarihi yapıların üzerinde yer almakta. Zamanı bildirmenin dışında, yangın ve gözetleme kulesi olarak da faydalanılmış olan saat kulelerinin bir kısmı, su sebilleri ve muvakkithaneler gibi, yan hizmetler için de kullanılmışlar. Bunun yanısıra rüzgar gülleri ve barometreler sayesinde halkın hava durumu hakkında bilgi alması da sağlanmıştır. Günümüzde birçok meydan anıtı gibi, buluşmaların yapıldığı saat kuleleri, eski kartpostallarda nostalji, şimdinin dijital çağında makinalarımızın içine hapsolmuş resimler olarak kalan sosyalleşme alanlarıdır da.
İZMİR SAAT KULESİ
Konak Meydanı’nın yapılan şehir düzenlemelerinden dolayı, birçok kere siması değişmiş olsa da, saat kulesinin olagelen yıpranmalara ve hasarlara rağmen, bütünlüğünü ve ihtişamını koruyan, sayılı şehir anıtlarından biri olduğunu düşünüyorum.
Bir Ağustos ayının sıcağında, serin olur düşüncesi ile girdiğim alış-veriş merkezinin keşmekeşinden kaçıp, gölgesine sığındığımda, tanıştım bu oryantalist yapı ile. Serinlemek için çeşmelerinde yüzümü yıkadım, notlarıma dâhil ettim, birlikte fotoğraf karesinde yerimizi aldık. Şimdi ise, sayfalar dolusu tarihi ile ilgili bilgilerden, süzgecime takılanları sizlerle paylaşmak istiyorum.
1839'dan sonra Tanzimat'ın getirdiği yeniliklerden biri de, devlet işlerinin hükümet konağından yürütülmesi olmuş ve böylece, konak meydanları önem kazanmış, zaman içinde çağdaşlaşma göstergesi olarak insanların yoğun olduğu bu alanlara saat kulesi inşa edilmiş.
Dönemin şairlerinden Fânî Efendi, bu girişimi "Öyle bir eser ki misl-i naziri yok, zahiren saat çalar, manen hükümet seslenir" dizeleri ile ne güzel anlatmış.
1901 yılında II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yılında valilere gönderdiği emirle, dönemin İzmir valisi eski sadrazamlardan, Kıbrıslı Kamil Paşa’nın oğlu Said Paşa tarafından inşa ettirilmiş. Kulenin mimarının S. Raymond olduğunu öğreniyorum.
Sekizgen şeklinde, 25 metre yüksekliğinde ve dört ayrı bölümle yükselmekte. 1901 tarihli Ahenk Gazetesi'nin verdiği bilgiye göre "saat kuleli çeşme"nin geceleri her yönden görülebilmesi için, tepesine hava karardığında yakılacak bir fener konulması planlanmış ama gerçekleşememiş. Sonraları bu düşünce; özel günlerde tamamının aydınlatılması şeklinde düşünülmüş.
Her katında ve balkonlarında, aydınlatma amacı ile kullanılacak fenerler için, gerekli olan gaz borularının takılıp çıkarılması, bembeyaz mermerlere zarar vereceğinden; fenerlere gaz götüren sabit borular döşenmesine, güneşin olumsuz etkilerinden ve mermerleri de lekelerden korumak amacıyla, bu sabit boruların ateşle yaldızlanarak hazırlanması planlansa da gerçekleştirilememiş, 1985 yılında tekrar gündeme getirilmiş. Ayrıca Kule’nin beyazamermerle kaplı tabanının aşınmaması için, her basamağın ayak basma uçlarına, bakırdan levhalar konulmuş.
Kulenin ve zemininde yer alan dört adet şadırvanın metal kubbelerinin üzerleri altın varakla kaplanmış. Kule’nin ikinci bölümündeki balkon sütunların yirmisi yeşil, yirmisi pembe olmak üzere kırk sütun, Marsilya’dan getirilmiş. Üçüncü bölümünde, Doğu ve Batı yönlerinde birer Osmanlı arması, Kuzey-Güney yönlerinde ise II. Abdülhamit’in tuğraları, kabartma olarak yapılmış.
Cumhuriyet kurulduktan sonra 3.11.1928 tarihinde kabul edilen 1057 numaralı “Tuğra ve Methiyelerin Kaldırılmasıyla İlgili Kanun” ile İzmir Saat Kulesi’nin üzerinde bulunan tuğra ve armalar kaldırılmış. Bunların yerine dört adet ay yıldız kabartması yerleştirilmiş. Kule saatinin bulunduğu ana mekanik bölümü ise, özel yapılmış demir köşebentler ve döküm ayaklar üzerine oturtulmuş olup, kasa demirinin üzerinde kabartma süslemeler ve hakkında bir bilgi elde edinilemeyen D.O. işareti mevcut.
Yirmi iki dişli çarkın oluşturduğu mekanizmanın pirinç yatakları, 90 yıl geçmesine rağmen çok az aşınmış, parçalar üzerinde kod numaraları ve bazılarında 1901 tarihi olduğunu öğreniyorum. Kulenin dördüncü bölümün cephelerinde, Alman İmparatoru II. Wilhem tarafından hediye edilmiş birer saat ve ucunda alem'in bulunduğu kubbe ile saatin hali hazırda çalışmayan çanının mekanizması yer almakta. Yapının inşası sırasında 1902’de, saat kulesi ile aynı özellikleri taşıyan maketi, İstanbul’daki Kuyumcu Zingulli Ustaya yaptırılmış olup, halen Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir. 90 cm. yüksekliğindeki som gümüşten yapılmış olan bu maket, değerli taşlar ve altın yaldızla süslenmiş. Maketin üzerinde Fransızca kulenin mimarının İzmirli S. Raymond olduğu yazmaktadır.
Burçin Midilli
Collection Club dergisi sayı 59
21 Mart 2019 Perşembe
Saat Kuleleri
SAAT KULELERİ -1-
Sizlere bir hikaye ile başlamak istiyorum saat kuleleriyle ilgili anlatımıma. İnanışa göre 15. yüzyılda yapılan Jan Ruze Saat Kulesi, Hanus usta tarafından yapılmıştır. Prag’a giden herkesin ağzı açık hayranlıkla izlediği, izlerken de hırsızların ceplerini boşalttığı ünlü saat kulesinin planları, Hanus tarafından kimseye gösterilmemiş. Döneminde saat o kadar çok bahsedilmeye başlanmış ve merak konusu olmuş ki, Hanus’un bu saatten daha güzelini inşa edeceğini duyan kral, saatin yanında kendisinin önem yitireceğini hissetmiş olacak ki, bu duruma içerleyip ve bunu önlemek için gözlerini kör ettirmiş. Sonrasında Hanus, öç almak için kendini bu saate asarak intihar edip, yapmış olduğu saate de bilinçli şekilde zarar vermiş.
Bu astronomik saat, ancak 16. yüzyılda Jan Taborsky tarafından tamir edilebilmiş ve geliştirilmiştir. Fakat zamanla yanlış zamanı göstermeye ve çalışmamaya başlamıştır. 18. yüzyılda tasfiye edilmesi dahi düşünülmüş olan saat, 1865 yılında tamir edilerek takvim eklenmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında zarar görmüş ve etrafındaki heykeller de yakılmıştır. Sonrasında kopyaları yapılan heykeller, tekrar eklenerek saatin ayarı, Avrupa saat dilimine evrilmiştir.
Bu saati popüler kılan, yüzeyinde bulunan tahtadan yapılmış havari figürlerinin animasyonudur. Saat üzerindeki dört figür; elinde ayna tutan; kibir ve kendini beğenmeyi, elinde altın kesesi tutan; açgözlülüğü ve faizciliği, iskelet; gelen ölümü, Mandolin çalan figür ise keyif ve eğlenceyi sembolize eder.
Saatler, ilk önce kilise ve saray kulelerinde görülmeye başlanmıştır. Yapılan ilk saatler kadransız, akrep ve yelkovansız olup sadece insanlara çalışma ve ibadet saatlerini bildiren sesli saatlerdi. okuma yazma bilmeyen halka da kutsal kitabın öğretilerini anlatmak amacıyla herkesin görebileceği şehir meydanlarında yapılmıştır. Anlattığım saat kulesi de bunlara bir örnek olup dini motifler de içermektedir. hızlı sanayileşen Avrupa’da zamanı kullanma ve farkındalık sağlamak amacıyla, saat kulelerinin yapılması için özellikle İtalya ve Fransa’da halktan vergi toplanması, varlıklı kimselerin saat kulelerinin bakımı için vasiyetlerinde yöneticilere pay ayırmaları, başka şehirlerdeki saat kulelerine bakarak daha güzelini arzu etmeleri, kulelerin her şehir ve kasabada artmasını sağlamış. Lakin, dünyadaki ilk Astronomik saat kulesi ise 1088'de Çin'de Su Song tarafından Kaifeng şehrinde inşa edilmiştir. Bundan 200 sene sonra da Avrupa'da saat kulelerinin yapımına başlanmıştır. Her nedense bundan pek fazla bahsedildiğini görmedim.
Saat kulelerinin yükseldiği Avrupa'daki planlı şehirleşmenin başlamasının temel sebepleri arasında "Kara Ölüm" olarak adlandırılan veba salgınları olmuştur. Bizde de kente düzen vermek isteyen iktidar, doğal felaketlerden yararlanmayı bilmiştir. Bu durumu 1870'lerde Anadolu'dan geçen bir gezgin "kamu yararına istimlak işini, ateş yerine getiriyor, bir paşanın iradesinin yetmediği sağlıklı yollar açma, bulaşıcı hastalık ve havasız semtleri sağlık koşullarına uygun hale getirme gibi şeylerin fermanını ateş çıkarıyordu" diye açıklamaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda 1839'dan itibaren devleti ve toplumu modernleştirme doğrultusunda girişilen ve Tanzimat olarak bilinen reformlar, kent alanını da ilgilendirmekteydi. Fakat Anadolu topraklarında, hatta İstanbul'da saat kulelerinin yapımına neden geç başlanmıştır? Sorusunu Batılılar hep gündeme getirmiştir. Bu soruyu soranlardan biri de İstanbul'dan Amasya'ya seyahat eden Avusturya elçisi Baron Busbecq'dir. Buna "dini geleneklerin zedeleneceği korkusu" gibi bir neden gösterir. Ama Osmanlı sarayına giren ilk mekanik saat de Avrupa ile aynı zamana rastlar.
Aslında gerçek neden Osmanlı toplumunda zaman kavramının namaz vakitlerine göre ayarlanmasında yatmaktadır. Zamanı anlama açısından Batıda saat kulelerinin işlevini Osmanlı'da muvakkithaneler yerine getirmekteydi. Muvakkithaneler, saat ayarının yapıldığı, ezan ve namaz vakitlerinin halka duyurulduğu yerlerdi. Namaz saatleri, alaturka saat adı verilen ve güneşin batışına göre ayarlanan bir saat sistemi idi. Bu düzene göre güneş battığı anda alaturka saat, tam on ikiyi gösterir ve ertesi güne devrederdi. Zaman Batı'daki gibi kesintisiz değildi. Bu da gün uzamasına göre akşam ezanı okunduğunda saatte oluşan bir iki dakikalık farkın elle ayar edilmesi ihtiyacını doğuruyordu. Bu durum evde kullanılan saatlere uygulanabilirken, kule saatlerini her gün güneş batışına göre ayar etmek kolay bir yol değildi. Halbuki saatleri tamir eden, ayarlarını yapan, istenildiği zaman halka duyuran, hem alaturka hem alafranga saati yanyana kullanan muvakkithaneler varken veya her ezan vaktinde minareye çıkan müezzinin olmasına rağmen, neden bir kuledeki saati ayarlayacak görevli bulunmasın sorusunu kendime sorarak zihnimi bulandırıyorum.
Yapılan son çalışmalara göre, Osmanlı topraklarında ilk saat kulesi, Rumeli bölgesinde 1577'de Banyaluka'da Ferhat Paşa Camiinde yapılmıştır. 1593'te Üsküp'e gelen bir sayyah, saatin her saat başı Fransız usulü çaldığını belirtirken, 1660'da Üsküp'teki saat kulesinden bahseder Evliya Çelebi. Anadolu'daki ilk saat kulesi ise o günkü adı ile Taraklıborlu, bugünkü adıyla Safranbolu'daki saat kulesidir ve İzzet Mehmed Paşa tarafından 1798'de bir vakıf eseri olarak inşa ettirilmiştir. İstanbul'daki ilk saat kulesi ise Nusretiye Camii Saat Kulesidir ve Sultan Abdülmecid tarafından 1848-49 yıllarında inşa ettirilmiştir. Dolmabahçe Saat Kulesinin inşasına ise 1890'da başlanmış, 1894'de bitirilmiştir.
II. Abdülhamid'in emriyle "zaman kıymetlidir" düşüncesi toplumun her kesimine yayılmaya çalışılmıştır. 16.yüzyılın sonlarında Osmanlı hayatına giren saat kulesi yapma geleneği II.Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıldönümünde (1901), valilere saat kulesi yapımıyla ilgili gönderdiği fermanla başlatılmıştır. II Abdülhamid'in, alaturka saat alışkanlığına son vemek, alafranga saat düzenine geçmeyi kolaylaştırmak ve halkı buna ısındırmak amacıyla devlet politikası sonucu olarak saat kuleleri halka inmiş ve sosyal hizmet yapılarından biri haline gelmiştir.
Saat kuleleri o dönemde birbiri ardına yapılırken, çalışma saatleri, taşıtların işleme saatleri ve tarifeleri de alafranga saate göre düzenlenmeye başlamıştır. Batı ile ticaretin yaygınlaşması, demiryollarının döşenmesi, makinalaşma ile birlikte sakin, kendi kendiliğiyle başbaşa olan şehirleri hareketlendirmiş, zaman önemli bir kavram olmaya başlamıştır insanlar için. Zamanın belirleyicisi olan saat ustaları ise muvakkithanelerden çıkmıştır.. Anadolu'da saat kuleleri üzerine yapılan araştırmalarda 60'a yakını halen ayakta, 25 civarında da yok olmuş saat kulesi olduğunu öğreniyorum
Saat kulelerinin bir çoğu bulunduğu yerin en yüksek yapılarından olması;dolayısıyle hızlı ve hatalı kentleşme sonucuyla ortadan kalktığı görülmekle beraber, makinadan anlayan ustaların azalması da kulelerdeki orjinal saatlerin tamir ve yenilenmesini güçleştiren bir diğer etken olmuştur. Bana üzücü gelen ise Anadolu'daki bazı saat kulelerinin bakımını, çalıştırılmasını vasiyet eden ve bunun için ödenek bırakan insanların vasiyetlerinin yerine getirilmemesini (Manisa saat kulesi,bunlardan biridir) hüzünlenerek öğreniyorum maalesef...
Batıda kilise ve sarayların duvarlarında yer alan saatler bizde de Dolmabahçe saat kulesi Dolmabahçe sarayının, Yıldız saat kulesi Yıldız Sarayının, Nusretiye Cami saat kulesi, Şişli Etfal saat kulesi Şişli Etfal Hastanesinin, Balıklı Saat kulesi Balıklı Rum Hastanesinin saatleridir. Bunlara Boğaziçi Üniversitesi,Haydarpaşa Lisesi, Büyük Ada saat kulesi, Deniz Hastahanesi saat kulesi, ve Çiçek Pasajının kapısının üzerindeki saati de ilave edebiliriz.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son büyük zanaatkarlarından İstanbul'da kule saatlerine imzasını atmış Mustafa Şem'i Pek ile tanışıyorum kule saatleri ile yazımı tamamlamaya çalışırken;Mustafa Şem'i 1870li yıllarda İstanbul'da doğmuş,Sultanahmet'te matematik hocası iken saat yapımına merak sarar ve İstanbul'a gelen Alman teknisyen ve mühendislerle görüşerek yaptığı saatleri göstererek geliştirir kendisini .Mustafa Şem'i meydan saatleri,kule saatleri ve bina cepheleri üzerine imal ettiği saatlerle ün kazanmıştır.Titiz bir usta olduğu,saat yapım aletlerinin mükemmel olmasına önem verdiği belirtiliyor.Mükemmelliyetçiliği onun bugün hala çalışır saatlerini görmemize adını anmamıza naçizane bendenize de nasip oldu.
1910'l yıllarda Evkaf dairesince ayar saatleri olmayan cami ve muvakkithanelere ayarı doğru giden saatler yaptırılmak istenmiş Mustafa Şem'i,Evkaf Dairesi' ne başvurarak bu saatlerin imalatını yapmaya talip olur;lakin saatlerin Şem'i usta tarafından yapılabileceği şüphesine düşen Evkaf Dairesi,yerli ustalar için bir ilan verir ve sınava tabii tutulurlar.Sınav heyeti karşısında saatlerini çıkaran ustalardan Mustafa Şem'i başarılı bulunarak Avrupa'dan saat getirilmesine gerek olmadığına karar verilir.
İstanbul Üniversitesi ,Haydarpaşa garı ,Haydarpaşa Lisesi ,Denizcilik İşletmeleri cephe saatleri ve Bakırköy Akıl Hastahanesinin kule saatinin yanısıra çok sayıda okul ve işletmelrin cephe saatlerini de yapmıştır.
1926 yılında Edirne saat Kulesi'nin ,1929 yılında da İzmit Saray Bahçesi mevkiindeki saat kulesinin bozulan saatlerinin yerine yeni saatler yapmıştır.yabancı saatler karşısında "M.ŞEMİ " markasını, Çemberlitaş No 29 da ki atölyesinde yaratmıştır. Yetiştirdiği ustalardan, Ercüment Varol Kasımpaşa Deniz Hastahanesi üzerinde yer alan saati imal etmiştir
. Günümüzde de bu saatlerin tamir ve bakımı ile ilgilenen,kule saatlerini araştıran ve koruma altına alınmasını sağlayan değerli kişiler ise bir elin parmaklarını geçmiyor ne yazıkki.
Şehirlerin merkezlerinde süs olarak yerleştirilmeye başlanan imitasyon kule saatleri aslında tam da bugünü anlatıyor;anlatacak geleceğe...
Büyük bir merakla İstanbul'un ilk kule saatini görmek umudu ile Tophane'ye gittiğimde hüsrana uğradım.Nusretiye Saat kulesi Karaköy gümrük sahasının içinde kuytuda kalmış, kırık dökük ,sessizce bekliyor.Tek bir fotoğraf için Valilikten izin almam gerektiği söylendiğinde talihimize,tarihimize üzülerek bakakaldım. Belki görkemli değiller;gözümüze değmiyorlar,azlar ama sığ değiller,yüksekten izlerler bir an farkedilmek için... onları okuyabilen,dokunabilen için inanılmazdırlar zaman anlatıları ile ...
Sizlere bir hikaye ile başlamak istiyorum saat kuleleriyle ilgili anlatımıma. İnanışa göre 15. yüzyılda yapılan Jan Ruze Saat Kulesi, Hanus usta tarafından yapılmıştır. Prag’a giden herkesin ağzı açık hayranlıkla izlediği, izlerken de hırsızların ceplerini boşalttığı ünlü saat kulesinin planları, Hanus tarafından kimseye gösterilmemiş. Döneminde saat o kadar çok bahsedilmeye başlanmış ve merak konusu olmuş ki, Hanus’un bu saatten daha güzelini inşa edeceğini duyan kral, saatin yanında kendisinin önem yitireceğini hissetmiş olacak ki, bu duruma içerleyip ve bunu önlemek için gözlerini kör ettirmiş. Sonrasında Hanus, öç almak için kendini bu saate asarak intihar edip, yapmış olduğu saate de bilinçli şekilde zarar vermiş.
Bu astronomik saat, ancak 16. yüzyılda Jan Taborsky tarafından tamir edilebilmiş ve geliştirilmiştir. Fakat zamanla yanlış zamanı göstermeye ve çalışmamaya başlamıştır. 18. yüzyılda tasfiye edilmesi dahi düşünülmüş olan saat, 1865 yılında tamir edilerek takvim eklenmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında zarar görmüş ve etrafındaki heykeller de yakılmıştır. Sonrasında kopyaları yapılan heykeller, tekrar eklenerek saatin ayarı, Avrupa saat dilimine evrilmiştir.
Bu saati popüler kılan, yüzeyinde bulunan tahtadan yapılmış havari figürlerinin animasyonudur. Saat üzerindeki dört figür; elinde ayna tutan; kibir ve kendini beğenmeyi, elinde altın kesesi tutan; açgözlülüğü ve faizciliği, iskelet; gelen ölümü, Mandolin çalan figür ise keyif ve eğlenceyi sembolize eder.
Saatler, ilk önce kilise ve saray kulelerinde görülmeye başlanmıştır. Yapılan ilk saatler kadransız, akrep ve yelkovansız olup sadece insanlara çalışma ve ibadet saatlerini bildiren sesli saatlerdi. okuma yazma bilmeyen halka da kutsal kitabın öğretilerini anlatmak amacıyla herkesin görebileceği şehir meydanlarında yapılmıştır. Anlattığım saat kulesi de bunlara bir örnek olup dini motifler de içermektedir. hızlı sanayileşen Avrupa’da zamanı kullanma ve farkındalık sağlamak amacıyla, saat kulelerinin yapılması için özellikle İtalya ve Fransa’da halktan vergi toplanması, varlıklı kimselerin saat kulelerinin bakımı için vasiyetlerinde yöneticilere pay ayırmaları, başka şehirlerdeki saat kulelerine bakarak daha güzelini arzu etmeleri, kulelerin her şehir ve kasabada artmasını sağlamış. Lakin, dünyadaki ilk Astronomik saat kulesi ise 1088'de Çin'de Su Song tarafından Kaifeng şehrinde inşa edilmiştir. Bundan 200 sene sonra da Avrupa'da saat kulelerinin yapımına başlanmıştır. Her nedense bundan pek fazla bahsedildiğini görmedim.
Saat kulelerinin yükseldiği Avrupa'daki planlı şehirleşmenin başlamasının temel sebepleri arasında "Kara Ölüm" olarak adlandırılan veba salgınları olmuştur. Bizde de kente düzen vermek isteyen iktidar, doğal felaketlerden yararlanmayı bilmiştir. Bu durumu 1870'lerde Anadolu'dan geçen bir gezgin "kamu yararına istimlak işini, ateş yerine getiriyor, bir paşanın iradesinin yetmediği sağlıklı yollar açma, bulaşıcı hastalık ve havasız semtleri sağlık koşullarına uygun hale getirme gibi şeylerin fermanını ateş çıkarıyordu" diye açıklamaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda 1839'dan itibaren devleti ve toplumu modernleştirme doğrultusunda girişilen ve Tanzimat olarak bilinen reformlar, kent alanını da ilgilendirmekteydi. Fakat Anadolu topraklarında, hatta İstanbul'da saat kulelerinin yapımına neden geç başlanmıştır? Sorusunu Batılılar hep gündeme getirmiştir. Bu soruyu soranlardan biri de İstanbul'dan Amasya'ya seyahat eden Avusturya elçisi Baron Busbecq'dir. Buna "dini geleneklerin zedeleneceği korkusu" gibi bir neden gösterir. Ama Osmanlı sarayına giren ilk mekanik saat de Avrupa ile aynı zamana rastlar.
Aslında gerçek neden Osmanlı toplumunda zaman kavramının namaz vakitlerine göre ayarlanmasında yatmaktadır. Zamanı anlama açısından Batıda saat kulelerinin işlevini Osmanlı'da muvakkithaneler yerine getirmekteydi. Muvakkithaneler, saat ayarının yapıldığı, ezan ve namaz vakitlerinin halka duyurulduğu yerlerdi. Namaz saatleri, alaturka saat adı verilen ve güneşin batışına göre ayarlanan bir saat sistemi idi. Bu düzene göre güneş battığı anda alaturka saat, tam on ikiyi gösterir ve ertesi güne devrederdi. Zaman Batı'daki gibi kesintisiz değildi. Bu da gün uzamasına göre akşam ezanı okunduğunda saatte oluşan bir iki dakikalık farkın elle ayar edilmesi ihtiyacını doğuruyordu. Bu durum evde kullanılan saatlere uygulanabilirken, kule saatlerini her gün güneş batışına göre ayar etmek kolay bir yol değildi. Halbuki saatleri tamir eden, ayarlarını yapan, istenildiği zaman halka duyuran, hem alaturka hem alafranga saati yanyana kullanan muvakkithaneler varken veya her ezan vaktinde minareye çıkan müezzinin olmasına rağmen, neden bir kuledeki saati ayarlayacak görevli bulunmasın sorusunu kendime sorarak zihnimi bulandırıyorum.
Yapılan son çalışmalara göre, Osmanlı topraklarında ilk saat kulesi, Rumeli bölgesinde 1577'de Banyaluka'da Ferhat Paşa Camiinde yapılmıştır. 1593'te Üsküp'e gelen bir sayyah, saatin her saat başı Fransız usulü çaldığını belirtirken, 1660'da Üsküp'teki saat kulesinden bahseder Evliya Çelebi. Anadolu'daki ilk saat kulesi ise o günkü adı ile Taraklıborlu, bugünkü adıyla Safranbolu'daki saat kulesidir ve İzzet Mehmed Paşa tarafından 1798'de bir vakıf eseri olarak inşa ettirilmiştir. İstanbul'daki ilk saat kulesi ise Nusretiye Camii Saat Kulesidir ve Sultan Abdülmecid tarafından 1848-49 yıllarında inşa ettirilmiştir. Dolmabahçe Saat Kulesinin inşasına ise 1890'da başlanmış, 1894'de bitirilmiştir.
II. Abdülhamid'in emriyle "zaman kıymetlidir" düşüncesi toplumun her kesimine yayılmaya çalışılmıştır. 16.yüzyılın sonlarında Osmanlı hayatına giren saat kulesi yapma geleneği II.Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıldönümünde (1901), valilere saat kulesi yapımıyla ilgili gönderdiği fermanla başlatılmıştır. II Abdülhamid'in, alaturka saat alışkanlığına son vemek, alafranga saat düzenine geçmeyi kolaylaştırmak ve halkı buna ısındırmak amacıyla devlet politikası sonucu olarak saat kuleleri halka inmiş ve sosyal hizmet yapılarından biri haline gelmiştir.
Saat kuleleri o dönemde birbiri ardına yapılırken, çalışma saatleri, taşıtların işleme saatleri ve tarifeleri de alafranga saate göre düzenlenmeye başlamıştır. Batı ile ticaretin yaygınlaşması, demiryollarının döşenmesi, makinalaşma ile birlikte sakin, kendi kendiliğiyle başbaşa olan şehirleri hareketlendirmiş, zaman önemli bir kavram olmaya başlamıştır insanlar için. Zamanın belirleyicisi olan saat ustaları ise muvakkithanelerden çıkmıştır.. Anadolu'da saat kuleleri üzerine yapılan araştırmalarda 60'a yakını halen ayakta, 25 civarında da yok olmuş saat kulesi olduğunu öğreniyorum
Saat kulelerinin bir çoğu bulunduğu yerin en yüksek yapılarından olması;dolayısıyle hızlı ve hatalı kentleşme sonucuyla ortadan kalktığı görülmekle beraber, makinadan anlayan ustaların azalması da kulelerdeki orjinal saatlerin tamir ve yenilenmesini güçleştiren bir diğer etken olmuştur. Bana üzücü gelen ise Anadolu'daki bazı saat kulelerinin bakımını, çalıştırılmasını vasiyet eden ve bunun için ödenek bırakan insanların vasiyetlerinin yerine getirilmemesini (Manisa saat kulesi,bunlardan biridir) hüzünlenerek öğreniyorum maalesef...
Batıda kilise ve sarayların duvarlarında yer alan saatler bizde de Dolmabahçe saat kulesi Dolmabahçe sarayının, Yıldız saat kulesi Yıldız Sarayının, Nusretiye Cami saat kulesi, Şişli Etfal saat kulesi Şişli Etfal Hastanesinin, Balıklı Saat kulesi Balıklı Rum Hastanesinin saatleridir. Bunlara Boğaziçi Üniversitesi,Haydarpaşa Lisesi, Büyük Ada saat kulesi, Deniz Hastahanesi saat kulesi, ve Çiçek Pasajının kapısının üzerindeki saati de ilave edebiliriz.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son büyük zanaatkarlarından İstanbul'da kule saatlerine imzasını atmış Mustafa Şem'i Pek ile tanışıyorum kule saatleri ile yazımı tamamlamaya çalışırken;Mustafa Şem'i 1870li yıllarda İstanbul'da doğmuş,Sultanahmet'te matematik hocası iken saat yapımına merak sarar ve İstanbul'a gelen Alman teknisyen ve mühendislerle görüşerek yaptığı saatleri göstererek geliştirir kendisini .Mustafa Şem'i meydan saatleri,kule saatleri ve bina cepheleri üzerine imal ettiği saatlerle ün kazanmıştır.Titiz bir usta olduğu,saat yapım aletlerinin mükemmel olmasına önem verdiği belirtiliyor.Mükemmelliyetçiliği onun bugün hala çalışır saatlerini görmemize adını anmamıza naçizane bendenize de nasip oldu.
1910'l yıllarda Evkaf dairesince ayar saatleri olmayan cami ve muvakkithanelere ayarı doğru giden saatler yaptırılmak istenmiş Mustafa Şem'i,Evkaf Dairesi' ne başvurarak bu saatlerin imalatını yapmaya talip olur;lakin saatlerin Şem'i usta tarafından yapılabileceği şüphesine düşen Evkaf Dairesi,yerli ustalar için bir ilan verir ve sınava tabii tutulurlar.Sınav heyeti karşısında saatlerini çıkaran ustalardan Mustafa Şem'i başarılı bulunarak Avrupa'dan saat getirilmesine gerek olmadığına karar verilir.
İstanbul Üniversitesi ,Haydarpaşa garı ,Haydarpaşa Lisesi ,Denizcilik İşletmeleri cephe saatleri ve Bakırköy Akıl Hastahanesinin kule saatinin yanısıra çok sayıda okul ve işletmelrin cephe saatlerini de yapmıştır.
1926 yılında Edirne saat Kulesi'nin ,1929 yılında da İzmit Saray Bahçesi mevkiindeki saat kulesinin bozulan saatlerinin yerine yeni saatler yapmıştır.yabancı saatler karşısında "M.ŞEMİ " markasını, Çemberlitaş No 29 da ki atölyesinde yaratmıştır. Yetiştirdiği ustalardan, Ercüment Varol Kasımpaşa Deniz Hastahanesi üzerinde yer alan saati imal etmiştir
. Günümüzde de bu saatlerin tamir ve bakımı ile ilgilenen,kule saatlerini araştıran ve koruma altına alınmasını sağlayan değerli kişiler ise bir elin parmaklarını geçmiyor ne yazıkki.
Şehirlerin merkezlerinde süs olarak yerleştirilmeye başlanan imitasyon kule saatleri aslında tam da bugünü anlatıyor;anlatacak geleceğe...
Büyük bir merakla İstanbul'un ilk kule saatini görmek umudu ile Tophane'ye gittiğimde hüsrana uğradım.Nusretiye Saat kulesi Karaköy gümrük sahasının içinde kuytuda kalmış, kırık dökük ,sessizce bekliyor.Tek bir fotoğraf için Valilikten izin almam gerektiği söylendiğinde talihimize,tarihimize üzülerek bakakaldım. Belki görkemli değiller;gözümüze değmiyorlar,azlar ama sığ değiller,yüksekten izlerler bir an farkedilmek için... onları okuyabilen,dokunabilen için inanılmazdırlar zaman anlatıları ile ...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)